Dersim 38 Güler Yıldız * “...tarihin altında kalanlara, tarihi altüst edenlere…” diye başlıyor Dersim 38 belgeseli… Dersim’de 1938’de gerçekleştirilen sindirme ve yok etme harekatının detaylarına bakıyoruz. Fonda Metin Kemal Kahraman’ın suya ve dağlara ad koyan ağıtları var. Bir dram koridorundan geçeceğiz zaten, müzikler koridorun uzamasına neden oluyor. Yaşlı bir adam, Haydar Amca, “kamerayı kapatırsanız konuşurum” diyor. Konuşursa yeniden yıkıma ve kıyıma uğratılmaktan korkuyor. Genciz işte, ne anlamı var ki bu korkunun diyoruz. Hayır, korkmakta haklı olduğunu anlıyoruz, belgeselin içinde kaybolmaya başladıkça… “Şimdi bu Kemal Paşa, ama kapat haaa!” diyor yeniden Haydar Amca. Kapanıyor kamera, başlıyor uzun bir ağıt… Onlar konuştukça yüzlerindeki yankıyı okuyor ve dokuyor bellek denilen marifet. “Munzur’un üzeri cesetlerle doluydu…” Görüyoruz ama inanamıyoruz… Evliya evliya gezen Dünya ana gerçeklerin kapısına da uğramış ama yanıt alamamış yaşadıklarına. “Halk halka ağlasın” temennisine sığınmış en son. Halk halka ağladı mı gerçekten? Geçmişe tahammülü olmayan bir halk, geçmişine saldırdığı diğer halkı anlamak istedi mi ya da? Çocukluğumuzun geçtiği asker mahalleleri düşünüyorum ve sırtımızı övgüyle Dağ Mahallesi’ne dayayışımızı seviyorum. “Unutmayın bu derdi” diyor Dünya Ana yine, “bunu unutmayın…”
zulme uzadığını düşünmek, Dersim’i yeniden şekillendirmek için bir temizlik yapılacağını İsmet İnönü imzalı resmi yazılardan okumak… “Şark Çıbanı”nı patlatmak, kanatmak ve temizlemek… Resmi tarihin hiçbir sayfasında değinilmeyen Dersim harekatının, Beşikçi’nin tespitiyle gerçek bir jenoside dönüştürülüşünü dönemin gazetelerinde atılan zalim manşetlerden öğrenmek… Saf Türk olmayanlara bu ülkede hizmetçi ve köle olma hakkı veren bir Adalet Bakanı’nı atlayarak tarih dersinden on alarak sınıf geçmek… “Kavramların eksik olduğu yerlere sözcükler tam zamanında yetişir...” Yetişiyor da… Önce ayaklandırmak için kışkırtıyorsun; ardından “bak, ayaklandı asiler” deyip imha amaçlı saldırıyorsun… Oysa Dersimliler devleti yol ve okul olarak görüyor. Öğreniyor ki devlet, aynı zamanda cana ve mala kastedebilen de bir şey… Devlet kavramı o zaman anlamını yitiriyor ve zulmü anlatan sözcüklerle aynı anlama gelmeye başlıyor. Ekmek istediği köylünün güzel eşini de isteyen askerleri öldüren bir adam, katliamın ilk çırasını tutuşturuyor. Yakalandığında öldürüleceğini bilen köylü, ardından köprüyü yakıyor, köprünün yangını dağlara bulaşıyor ve Abdullah Alpdoğan’ın emriyle yangın, evlere sıçrıyor. Zaten devletin istediği de bu… İmha sürecini hızlandırmak için gereksinme duyulan bahane kendiliğinden yaratılmış oluyor: “Dersimli köylü asker öldürdü!” Sonrası gözlere sinen korku ve dehşetin fotoğraf kareleri sadece… “Laç deresinde vurulmuştu o, ölmüş, öldürülmüş, asker gitmiş ki çocuğu etrafında dolanıyor. Kayınbabam anlattı, o zaman askerin milisiymiş, çocuk etrafında dolanıyor, gidip annesinin memesini emiyor, memeleri dışarı çıkmış ya, gidip biraz emiyor, sonra geri dönüp kumda oyun oynuyor, sonra dönüp tekrar meme emiyor. Askerlerin başındaki subay “yazıktır karışmayın, o zaten kendi halinde ölür” diyor. O subay orada karışmamış çocuğa. Biraz uzaklaşınca arkadaki askerin biri çocuğu süngüleyip, nehre fırlattı.” Rivayete göre derler ki, komutan bu olaydan sonra kalp krizi geçirip, oracıkta ölüverir… Ağrının asılı kaldığı yerdir kalp çünkü… Çayan Demirel’i ve belgeselin kurgusunu yapan Ali Haydar Güler’i, belgeselin danışmanı Ali Naki Gündoğdu’yu, belgeselde emeğini esirgemeyen Burak ve Koray’ı bir Dersimli olarak kutluyorum. Orada, kütüphanede sararmış gazete başlıklarından ve yaşlanıp da belleği diri tutan Dersimli yaşlılardan derlediği travmatik hayatın özetini sundular bize… Temennimiz “İstanbul l001 Belgesel Film Festivali”nde bu çabanın anlam kazanması... Dipnot: “Gerçeğin üzerindeki örtüyü kaldırmalı sözlerimiz...’ guleryildiz@gmail.com kaynak: www.yeniozgurpolitika.com |
|